Yetişkinlerin keskin önyargılarından çocuklarını uzak tutmak isteyenlere önerebileceğim son derece keyifli bir kitap… Aslında formatı bir çocuk kitabı olsa da, bence bu bir yetişkin-çocuk kitabı. Yetişkin-çocuk kitabı dediğim kavramsa çocuklar kadar, yetişkinlerin de kendileri adına çıkarımlar yapabileceği -ki aslında buna en çok biz yetişkinlerin ihtiyacı var- yazarları tarafından sevgili ebeveynlere de içerisinde didaktizm barındırmadan dokundurmaların bulunduğu kitaplardır. Kimi yazarlar bunu açık bir şekilde ithaf bölümünde yaparken, kimileriyse Anna Kemp gibi biraz daha üstü kapalı yapmayı tercih ediyor. Yapılış şekli ne olursa olsun bu kitaplar, çocuğun eğitiminin yolunun anne-baba eğitiminden geçtiğini bilen her bilinçli ebeveyn için son derece önemlidir.
Kitabın izleği önyargılar ve farklılıklardır. Giriş cümleleri, “Benim köpeğim farklıdır. Diğer köpeklere benzemez. Onlar gibi davranmaz. Tuvaletten su içmez, terlikleri ısırmaz, kedileri kovalamaz. Benim köpeğim müziği, dans etmeyi, ay ışığını sever. Dedim ya, benim köpeğim farklıdır. Kendini köpek gibi hissetmez. Benim köpeğim kendini balerin zanneder!" olan kitabımızın konusu, balerin olma yolunda ilerleyen küçük kızımız köpeğinin biraz farklı olduğunu sezmektedir. Çünkü köpeğinin tütüsüne ve bale pabuçlarına nasıl baktığını görüyordur. Bu konuyu babasıyla paylaştığındaysa cevap nettir: Köpekler bale yapmaz. Köpeğimiz mücadeleyi bırakmaz ve gizlice bale kursuna gider. Fakat bale öğretmeninin de cevabı farklı değildir. Bir süre üzüntüden yemeden içmeden kesilen köpeğimiz pes etmeyecek ve hayallerine ulaşacaktır.
Kitabın dikkatimi çeken özelliklerinden olan, fonlarda sıkça kent manzaralarına yer verilmesi, kitabı idealize edilen hayatlarla dolu çocuk kitaplarından çok uzakta tutuyor. Yani doğa harikası olan, çocukların sabahtan akşama dek dışarıda oynadığı fakat başlarına hiçbir şeyin gelmediği yerlerde geçmiyor kitabımız. Ayrıca kitapta muhteşem ebeveynler yok. Zaten çocuğumuz da lüle lüle altın saçları olan mavi gözlü biri değil.
Yetişkinler arasında çok yaygın olan gerçeğin reddi ve ideale yaklaştırma çabaları çocuklara da sirayet etmiş yahut sıçratılmıştır. Tüketim çılgınlığıyla beraber aşırı cinselleştirilmiş pazarlamanın getirdiği “ideal görünüm” anlayışına hizmet den ve 9 Mart 1959’da zebra desenli mayosuyla doğan Barbie bebekler bu durumun ilk örneğidir. İlk örneğidir çünkü ardından Cindy, Bratz ve bunun gibi bir çok oyuncak piyasaya sürülmüştür. Bu uzun bacaklı, incecik belli, sürekli makyajlı ve yine sürekli -plajda bile- topuklu ayakkabı giyen bebekler(!) çocukların zihnine idealize edilen bir güzellik anlayışı yerleştiriyor. Bu bebeklerin yerleştirdiği anlayışsa ileriki yaşlarda iyice pekişiyor ve sonuç: İnsanların yalnızca yüzde dördü bedenlerinden memnun.
Toplumsal olarak bir “ideal görünüm” anlayışına sahip olduğumuzu ve ona ulaşma güdüsünü doğuştan ihtiva ettiğimiz varsayımını kabul edelim. İdeal bir görünüme sahip olmak için ne yapmak gerekir? Temelde ideal bir kuaföre, ideal makyaj malzemelerine, ideal elbiselere ulaşıp ideal göründüğümüzü düşünelim, peki ideal eylemlere, ideal boya, ideal mesleklere nasıl ulaşırız? Bunların hepsine yetmek mümkün değil. Bence sorun başta ortaya koyduğumuz varsayımda: ideal olana ulaşma güdüsü. Fakat gün içerisinde ideal yaşamın reklamına televizyonda, sosyal medyada sıkça maruz kaldığımızdan mükemmeliyetçilik hepimizin içine sirayet etti. Eğer yaptığımız varsayım gerçekse, yani biz yalnızca güzel görünen insanlar gibi görünmek, yalnızca güzel yerlerde tatil yapan insanlar gibi tatil yapmak, yalnızca güzel yemekler yiyen insanların yediklerinden yemeğe çalışıyorsak bu yetersizlik hissiyle içine kapanan ya da kendini ideale olanı elde etmiş gibi gösteren yüksek egolu bireyler yapar.
İdeale olana yani tek tip insana ulaşmaya çalışmanın yarattığı saygısızlık, hoşgörüsüzlük ve inkarcılığı tahayyül etmek zor değil. Siyahları inkar etmek, romanları inkar etmek, kadını inkar etmek… Bizden farklı olanları, düşünenleri inkar etmek… Ve daha kötüsü farklı olandan kurtulmaya çalışmak... Gerçek benin yerine yapay beni koymak… İdealize edilenin farkında olmak gerekiyor. Yetersizlik duygusuyla eylem gücümüzü yitirmeden önce idealize edilenin farkında olmamız gerekiyor. Scout Finch’in de söylediği gibi, insanların hepsi insandır. Ya da onun gibi bir şey…